Ekonomi Notları 9
Ömer Madra: Normal olarak senin asıl bilgi alanına giren Hindistan-Pakistan savaşı ile konuşmak gerekirdi, ama...
Hasan Ersel: Konuşma bitmez diye açmıyorsun herhalde…
ÖM: Evet korkuyorum ondan. Türkiye’deki ekonomik durumla ilgili genel bir değerlendirme yapmanın zamanı herhalde? Ortalıkta kaotik bir hava da estiği görülüyor.
HE: Şöyle bir durum var; gazetelere de yansıyor, piyasalara da yansıyor… “MHP lideri Bahçeli’nin ciddi hatalar yapacağı varsayımı altında ortalık karışacak” deniyor. Fakat bu siyasi liderin geçmişteki performansına baktığın zaman böyle bir hata yapması için pek bir neden görünmüyor. "Ben Başbakan olacağım, Ecevit’in yerine şu gelsin bu gelsin gibi" siyasi karışıklık yaratacak davranışları olan bir lider değil; nitekim de yapmadı. Dolayısı ile bir yığın laf çıktı, ortalık karıştı, sonuçta fazla değişen bir şey yok. Tabii Sayın Ecevit’in rahatsızlığından doğan, “ileriye doğru ne olabilir?” soruları var, onlar ayrı.
ÖM: Bir de tabii, AB ile ilgili olarak...
HE: Evet bunlar var… Bu arada dikkat edilmesi gereken bir nokta daha var: O da bütçenin neyi gösterdiği… Bütçenin ilk 4 ay sonuçları var elimizde… Biliyorsunuz bizde bütçe sonuçları aylık bazda ve sadece bir ay gecikmeyle yayınlanır. Dolayısı ile yakından takip edebiliyoruz; Mayıs ayında biz Nisan ayının durumunu biliyoruz. Bu çok iyi bir şey. İlk 4 ayda enteresan, biraz da tedirginlik yaratacak gelişmeler var bütçede… Ama korkacak bir durum olmadığını düşünüyorum.
Kamu gelirleri, reel olarak, geçen seneye oranla bu ilk 4 ayda %24 düşmüş. Reelden kastım enflasyondan temizlendikten sonra… Bu çok ciddi bir düşüş. Ama vergi gelirlerine bakıyoruz bu düşüş sadece %12…Vergi dışı gelirlerde geçen sene istisnai bir olay vardı. Daha önce olmayan bir kalem girmişti. Aria'nın lisansının satılmasından doğan gelirler hesaplara geçmişti. Bu büyük bir meblağ. Bu rakamı çıkarırsanız vergi dışı gelirlerdeki düşüş de önemli değil. Vergi gelirlerindeki düşme ise beklenen bir olay. İyi bir şey değil ama normal sayılmalı. Ekonomideki daralmanın sonucu…Daralmanın etkilerinin devam ettiği bir dönemde olduğmuzu unutmamak gerekir. Gerçi bunlara hükümetin yapabileceği birşey yok ama, kamu gelirlerinde ciddi bir azalma olduğu da bir gerçek.
Esas sorun harcamalara döndüğümüzde ortaya çıkıyor. Harcamalar %30 reel olarak artmış. Bakın kamu gelirleri reel olarak %24 düşüyor, kamu harcamaları ise yine reel olarak %30 artıyor.
ÖM: Bu tabii büsbütün büyütüyor da açığı.
HE: Tabii…Peki ne oldu da kamu harcamaları arttı diye sorabilirsiniz. Burada da durum ilginç. Çünkü hükümet sadece faiz dışı harcamaları kontrol edebiliyor. Faiz harcamaları devletin zamana bağlanmış borcu. Ödemek zorunda. Faiz dışı harcamalara baktığımızda pek önemli bir sorun yok. Reel olarak % 0.1 düşmüş; kabaca geçen yılki kadar. Faiz dışı harcamaların alt kalemlerine bakalım: Örneğin personel harcamalarında reel olarak %4 düşüş var. Diğer carilerde %6.5 düşüş var, yatırımlarda %35 düşüş var. Belli ki yetkililer bu kalemlerde artışı engelleyecek birşeyler yapmaya çalışmışlar.
Faiz harcamaları ise reel olarak %72 artmış. Çok büyük bir artış ama, bu da biraz faizlerin ödenme zamanıyla ilgili bir sorun. Ama kamu kesiminin faiz yükünün hiç de düşmediğinin de bir göstergesi. Ama yanılıp da bu rakamı üçle çarpıp Türkiye’nin 2002 yılındaki durumunu bulmaya kalkmamak gerekir. Önümüzdeki dönemde faiz ödemeleri görece daha iyi olacak. Dolayısıyla o kadar korkacak bir şey yok… Ama faiz harcamalarında ciddi bir artış var.
Tekrarlayayım, bu 4 aylık performansına dayanarak yılın bütününü tahmin etmek yanıltıcı olur. Ortaya çıkacak olan sonucun olayı olduğundan daha kötü göstereceği kanısındayım. Onun altını çizmek istiyorum. Bu olumlu sonucum…
Ama dikkat edilmesi gereken bir başka olay var: KİT’lere transferlerde reel %25,3 artış var…Bu takam 577 trilyon TL’ye çıkmış. Öyle gözüküyor ki bunun nedeni enerji fiyalaması… Bu nedenle orada açıklar büyüyor. Tabii hepsi budur demiyorum ama büyük bir kısmının enerji kesiminden geldiği kanısındayım; orada bir şey yapılması lazım. Aksi halde, Türkiye bu program içerisinde söz verdiği şeyleri yapamıyor durumuna gelecek…Şu anda çok vahim bir şey değil ama, ciddi bir konu orada var.
Artış olan ikinci önemli kalem ise diğer transferler başlığı altında görünen sosyal güvenlik kurumlarının açıklarına ilişkin. Artış oranı reel olarak %10, dolayısı ile çok büyük gibi gözükmüyor… Ama rakam 6.5 katrilyon TL…Anımsıyacaksınız, sosyal güvenlik bakanı Okuyan, “bütçeye sığamayabiliriz” dedi. Orada bir sorun var. Anladığım kadarı ile şu anda otoriteler bunun bütçe dengelerini bozmaması için gerekli tedbirleri alıyorlar, ama galiba bir yasal düzenlemeye ihtiyaç var.
Bunun iki konunun altını niçin çiziyorum? Çünkü her ikisi de kamu reformları ile iligili…
ÖM: Buradan şöyle bir sonuca varabilir miyiz? Kamuda geniş bir reform yapılması IMF’nin de talepleri arasında idi, onun gidişatı konusunda bazı tereddütler var diyebilir miyiz?
HE: Biraz var…Tren kaçtı anlamında değil katiyyen ama biraz var. Çünkü bu tür gelişmelerin engelleniyor olması gerekirdi… Oysa kamu kesimindeki reformların sürüdrülmesinde gecikme var, bunun sonuçları da hemen bütçeye yansıyor. Buna herhalde siyasiler de dikkat ediyordur. Çünkü bu durumda dünyaya saygınlık ölçüsü olarak ilan ettiğimiz “faiz dışı fazlayı” sağlayamayız. O zaman da ona mali piyasaların olumsuz tepkisi iel karşılaşma olsılığı çok yüksek.
ÖM: Sonuçta da IMF ile ciddi bir sorun çıkabilir.
HE: Bu noktada çıkacağını sanmıyorum…Haziran dönemini kastediyorum. Ama hiçbir şey değişmezse Eylül’de iş sevimsiz bir noktaya gelebilir. Ne de olsa kredi açan, bu kredinin iyi kullanılıp kullanılmadığını kontrol etmek durumundadır. Öyle bakmak lazım.
ÖM: Uluslararası ekonomi durumuna da kısaca göz atacak olursak?
HE: Bundan birkaç yıl önce dünyada uluslararası mali sistemin düzgün çalışmasının sağlanabileceği yönünde bir iyimserlik vardı. O iyimserlik giderek ortadan kayboluyor. Bu konuya dikkati çekmek istiyorum.
Mali sermaye çok hızlı hareket ediyor ve bundan dolayı da sorunlar doğabiliyor. Bunu sanıyorum kabul etmeyen artık kimse kalmadı. Sadece şu söyleniyor, mali sermayenin hareket etmesinin epeyce de yararı var. Bu tür hareketleri yasakladığımız zaman daha kötü durumlar çıkabiliyor. Fakat sermaye hareketlerinin rastgele olması durumunda verdiği zarar çok büyük oluyor.
Birkaç yıl önce şöyle bir hava vardı: Sermayenin serbest dolaşımına izin verdiğimiz zaman hangi esaslara dayanıyorsunuz? Rekabet esasına…O halde bu ortamı yaratmak gerekir. Bu bir…İkinci olarak da bu ortamın doğru kullanılmasını sağlayacak bir gözetim mekanizması kurmak gerekir. Son olarak da berraklık sağlarsınız, ne olup bittiğini herkes anlar. Her ülke kendi içinde bunu yapmağa çalışıyor.
ÖM: Asıl problem de burada galiba?
HE: Evet. Uluslararası düzeye geldiğimiz zaman anlaşıldı ki, bu düzeyde bunun gözetleyecek bir örgüt yok. Yani, Amerika’nın gözetleme örgütleri Amerika’yı gözetliyor, Avrupalılarınki Avrupa’yı gözetliyor. Bir şirket düşünün, mesela Ekonomist dergisinin son sayısında verilen bir örneği alalım… Bir sorun olduğundan değil ama iyi bir örnek olduğu için…. Amerika’nın City grubu… Bu çok büyük bir mali grup, dünyanın en büyük mali gruplarından bir tanesi. 100 ülkede faaliyet gösteriyor. Peki şimdi kim denetliyor bunu? Her bir ülkede faaliyetini, o ülke denetliyor diyelim.
ÖM: Amerika’dakini denetliyor mu?
HE: Oraya da geleceğiz ayrıca, orada da bir problem var. Fakat diyelim ki her ülke denetliyor, ama bu grubun ülkelerarası hareketlerini kim denetliyor? Kimse…. Dolayısı ile City grubunun her firmasını biri denetlese dahi, o firmayı denetleyenler birbirleriyle ilişki içinde olmadıkları sürece, tümünü hiç kimse denetlemiyor demektir.
Değindiğin noktaya gelelim. Biraz benzerlik var bu örnekle… Amerika’da mali piyasaların her biri için ayrı bir denetleyici otorite vardır. Aslında karmaşık bir yapı var. Örneğin ABD'de bankacılık federal makamlarca denetlenir, ama sigortacılık eyalet makamlarınca…. Bir yığın denetçi var, fakat bu denetçiler kendi alanlarını tarif edince alanlar arasında boşluk kalıyor.
Enron olayı bu açıdan önemli. Enron hiç kimsenin denetlemediği bir mali kuruluş olarak ortaya çıktı. Çünkü Enron enerji şirketi, fakat yaptığı işe bakıyorsunuz enerji filan değil, dünyanın neresinde mali iş varsa burnunu sokmuş. Üstelik burnunu sokup tadını alınca, denetlenemediğinin de farkına varıp işin ahlak ve hukuk boyutunu boşvermişe de benziyor…
ÖM: Paravan şirketler topluluğundan ibaret olduğu, hepsi sahte olduğu ortaya çıktı.
HE: Evet, bunu Amerika yakalayamadı. ‘Yakalamak istemedi’ gibi görüşler ileriye sürülebilir. Ama benim vurgulamak istediğim ABD makamlarının Enron'u kolay kolay yakalayamıyacakları… Çünkü Enron banka değil. Olsaydı denetlenirdi, yakalanırdı. Çünkü ABD'nin bankacılıkla ilgili çok sert kurallar var ve siyasi otoritenin oraya müdahale etmesi olasılığı sıfır…Böyle bir olay ABD'de çok büyük skandala yol açar. Bir menkul kıymet şirketi olsa, Amerika’da Securities Exchange Commission çok sert bir yerdir. O da yakalardı…Ama finans işiyle uğrasaşan bir enerji şirketini gözetleyecek kimse yok…
Burada şu sonuç çıkıyor. Demek ki finans işi yapmak için bildiğimiz kategorilerden birine girmek gerekmiyor. Başkaları bu işi yapamaz diyebiliriz. Türk usulü yasaklayabiliriz… Ama o zaman da bu iş başka ülke üzerinden yapılır. Bu olanak var olduğu sürece hem bu tür faalkiyetler devam eder, hem de neyin ne zaman olacağı belli olmaz.
ÖM: Son derece kontrol dışı, denetimsiz bir ortam ki, muazzam bir tehlike tabi.
HE: Şimdi bir başka sorun daha var. Diyelim ki Amerikalılar kendilerinin denetim sistemlerinin en gelişmiş olduğunu söyleyip dünyayı denetlemeye kalktılar. (Böyle bir talepleri yok) Buna başka ülkelerin evet demesi düşünülemez. Dolayısyla iş zor. Bir yandan uluslararası şirketlerin, uluslararası düzeyde denetlenmesi gereği var öter yandan bunu yapabilecek bir yetke bunu meşru kılabilecek bir uluslararası yasal düzenleme yok…
ÖM: Denetim şirketini de ortak alırsa Enron olayında olayında olduğu gibi, büsbütün içinden çıkılmaz bir kaos oluyor.
HE: İşte o yüzden o denetim şirketinin üzerinde bir otorite olması lazım. Bunu ulusal devlet düzeyinde çözebiliyoruz, diyoruz ki ulusal devletin onları denetleyen bir otoritesi var, o buna bakar. Peki uluslararası dünyada ne yapacağız? Avrupa bu yönde önemli bir adım atmaya hazırlanıyor. Her şirkete şunu soruyor: “Seni dünya çapında denetleyecek otorite olarak nereyi kabul ediyorsun?” Diyelim ki bir Amerikan şirketi, “Amerikan otoritesini kabul ediyorum",dedi. O zaman Avrupa bu şirketin tüm dünyadaki işlerinin denetiminin Amerikan otoritesinin sorumluluğunda olduğunu kabul edecek. Bir terslik olduğunda aksayan Amerikan denetimi olacak. Tabii bu işi ne kadar çözecek belli değil. Çünkü Amerikan otoritesi gelip Avrupa’da ne kadar denetim yapabilir?
ÖM: Ya da Amerikan otoriteleri başka bir denetim mekanizmasına girmeyi ne kadar kabul edebilirler?
HE: Bir şey anlaşıldı ki, bu böyle devam edemez; serbestlik derken dünya sistemi laubaliliğe varmış durumda ve o yüzden de ortaya konan şikayetler çok da haklı. Bunlar geçmişte çoğu zaman ideolojik olarak vasıflandırıldı. İdeolojik olanları da olabilir, ayrıca kötü bir şey de değildir ideolojik olmak… Ama şimdi sorun bu değil: Denetlenmeyen bir sistem yaratılmış durumda ve çalışması çok riskli olabiliecek gibi görünüyor… Üstelik herkes için…
ÖM: Bundan daha vahim bir şey de düşünemiyorum, yani tamamen denetimden çıkmış bir büyük mali dev sermaye. İyi bunu çözmeye çalışalım.
23 Mayıs 2002 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.